TIP TARİHİ AÇISINDAN UYKU VE UYKU ARAŞTIRMALARI


Uyku araştırmaları
Uyku araştırmaları

TIP TARİHİ AÇISINDAN UYKU VE UYKU ARAŞTIRMALARI

Banu Gökçay, Berna Arda
1 PhD Student, Ankara University School of Medicine, Dept. of History of Medicine and Ethics 2
Prof. Dr., Ankara University School of Medicine, Dept. of History of Medicine and Ethics

ÖZET
Ortalama insan ömrünün 75 yıl olduğu düşünülürse, bu sürenin 25 yılının uykuda geçtiği söylenebilir ki, bu süre azımsanmayacak bir süredir. Dolayısıyla, insanın kendi ile
ilgili düşünce üretmeye başladığı eski çağlardan bu yana uyku, keşfedilmek istenen bir süreç olmuştur. Neden uyuduğumuz, uykuda tam olarak neler olduğu, uyku ile uyanıklık arasındaki farkın ne olduğu sorularına verilen cevaplar genel olarak 17. yy’da Descartes ile metodik şüphenin ön plana geçmesine kadar, dini ve mistik inanışların etkisinde kalmıştır. Eski Mısır’da uyku ile ilgili
hastalıklar ya da uyku bozuklukları ve rüya yorumları, Antik Yunan’da uyku ile sağlıklı olma durumu arasındaki ilişki, Eski Çin Uygarlığı’nda ying-yang teorisi ile uyku-uyanıklığın
açıklanma çabası göze çarpmaktadır. Öte yandan, tüm bu farklı kültürler ile temel dini inanışlarda uyanıklık ile yaşam, uyku ile de ölüm arasında bir bağ kurulduğu görülmektedir.
Uykunun ölüm ile özdeşleştirilmesi, çok uzun bir süre onun pasif bir süreç olarak algılanmasına sebep olmuştur. 17 yy.’dan sonra hızlanan ve 20 yy.’da REM uykusu ile uykunun
siklik döngüsünün keşfine tanık olan uyku araştırmaları, uyku hakkındaki mistik düşüncelerin dayanaksızlığını ortaya koymuştur. Bu çalışmada, yazılı tarihi belgeler ışığında
geçmişten günümüze, insanlığın uykuyu algılayışındaki değişimi kronolojik bir sıra takip ederek vermek ve gelinen nokta üzerinde yorum üretebilmek amaçlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Uyku; Uyku tarihçesi; Uyku tıbbı; Kronobiyoloji

GİRİŞ
Uyku, “ne, nasıl ve neden” soruları uzun süre yanıtlanamayan bir süreç olduğu için geçmiş
zamanlardan beri çok doğal olarak insanların merakını çekmiştir. Birçok eski uygarlık, uykunun ne
olduğunu anlayabilmek için çeşitli fikirler üretmişlerdir; ancak, bunlar çoğunlukla kurgusal ifadeleri
içermektedir. Uykunun ne olduğunu keşfetmek için girişilen çabaların tam olarak hangi tarihe, kime
ya da hangi olaya dayandığı kesin olarak bilinememektedir. Genel olarak uykunun, geçtiğimiz yüzyıla
kadar uyanıklık ve ölüm arasında kalan bir ara durum olarak değerlendirildiği görülmektedir. Uyanıklık
durumu, hayvanlar ve düşünsel faaliyetler için aktif bir evre olarak görülürken, uyku durumu da daha
çok ölüme yakın olarak tanımlanan pasif bir evre olarak görülmüştür. Bu durum yakın bir zamana
kadar bu şekilde devam etmiş olsa da, 20. yüzyıla gelindiğinde uyku hakkında yapılan bilimsel gözlem
ve deneyler, uykunun gerçekte ne olduğunu anlamamızı sağlamıştır. Amerikalı psikiyatrist ve rüya
araştırmacısı Allan Hobson da 1989 yılında yazdığı “Sleep” isimli kitabında şöyle demektedir1
:
“Şimdiye kadar geçen 6000 yıla kıyasla, son 60 yılda uyku hakkında öğrenilen şeyler çok daha fazladır.”
UYKU VE UYKU ARAŞTIRMALARI
Uykuya sebep olan etmenlerin neler olduğu, insanların neden uyumaya ihtiyacı olduğu, uykudayken
neler olduğu ve uykuda görülen rüyaların bir anlam taşıyıp taşımadığı hep merak edilmiştir. Eski
çağlardan başlayarak, 17. yüzyıla kadar geçen dönemde uykunun farklı kültür ve dönemlerde
benzer şekillerde algılandığı fark edilmektedir. 17. yüzyıla gelindiğinde ise Descartes ile birlikte
metodik şüphenin ön plana geçmesi, uykunun ne olduğuna ilişkin fikir yürütmelerde dini ve mistik
inanışlardan kurtulmayı sağlamıştır. Bu sayede, 17. yüzyıl ve sonrasında, günümüze kadarki geçen
dönem içerisinde uyku alanındaki araştırmalar konusunda, daha önceki dönemlere göre büyük bir
ivmelenme olmuştur. Metodik şüphenin, uykunun algılanışında önemli bir rol oynamasına kadar ön
planda olan uygarlıklardan Eski Mısır, Antik Yunan ve Eski Çin’deki uyku algısı ve de dini inançların
etkisi altındaki uyku algısı, uyku ile ilgili eski ve bir bölümü de yanlış olan inanışlar hakkında kuvvetli
ipuçları vermektedirler.
Eski Mısır’da Uyku Algısı
Mısır tıbbına ilişkin tüm bildiklerimizin kaynağı günümüze ulaşan papirüslerdir. Bu papirüslerin de çok
az bir kısmında uyku ile ilgili hastalıklar ya da uyku bozuklukları konusunda metinler yer almaktadır.
MÖ 16. yüzyıla ait, dünyanın en eski cerrahi dokümanı olan Edwin-Smith papirüsü ve MÖ 1550 yılına
ait, Eski Mısır’a ait tıp bilgilerini içeren en eski ve en önemli yazmadan biri olan Ebers papirüsü;
uyuyamama hastalığı (insomnia) için tedavi yöntemlerinden bahsetmektedir. Bu papirüslerde,
haşhaş bitkisinin tohumunun ağrıya iyi geldiği ve uyuyamama hastalığının tedavisi için de kullanıldığı
yazmaktadır. İt üzümü bitkisi ya da alkolün de, haşhaş bitkisinin tohumu ile benzer etkilere sahip
olduğundan da bahsedilmektedir. MÖ 1200’lü yıllara ait olan Chester Beatty tıbbi papirüsünde
ise özellikle rüya yorumlarına odaklanıldığı görülmektedir. Tıbbi bilgiler içeren bu papirüste, rüya
yorumlarının da büyük yer tutması, Eski Mısır kültüründe uyku ve rüyaların son derece önemli
olduğunu göstermektedir.
Antik Yunan’da Uyku Algısı
MÖ 6. yüzyılda yaşamış Yunanlı filozof ve tıp teorisyeni olan Alkmaiōn uyku hakkında şöyle yazmıştır:
“Uyku, kanın vücudun yüzeyinden geniş damarlara doğru çekildiği zaman oluşur; bu yüzden kan
tekrar vücut yüzeyine yayıldığında uykumuzdan uyanmış oluruz.”
Benzer şekilde, MÖ 4. yüzyılda yaşamış olan Aristotales de ismi “Uyku ve Uykusuzluk” olarak tercüme
edilebilecek kitabında sadece uyku ve uyanma konularından bahsetmiştir.2
Aristotales uykunun,
uyanmanın tam tersi olduğunu şu ifadesi ile belirtmiştir:
“Uyku ve uyanma, bir hayvanın aynı bölgesine aittir; eğer ki uyku ve uyanma birbirinin zıttı ise bile,
uyku açıkça uyanmanın yokluğunda ortaya çıkmaktadır.”
Aristotales ayrıca, uyku ve beslenme arasında da bir bağ olduğuna inanmıştır. Beslenme, kan
damarları aracılığıyla beyine gaz/duman taşınmasına sağladığından, uykusuzluğa sebep olmaktadır.3
Yine aynı dönem, MÖ 3. yüzyılda yaşamış olan Hipokrat da, uyku ve sağlıklı olma durumu arasındaki
72
Sleep and Sleep Medicine – Gökçay et al.
bağı şu şekilde belirtmiştir4
;
“Sağlıklı olmak için hastanın gündüz uyanık kalması, gece ise uyuması gerekmektedir. Eğer bu kural
ihlal edilirse, hasta için iyi olmaz. Ancak, en kötüsü hastanın ne gece ne de gündüz uyumamasıdır.
Bu uyuyamama durumu, hastanın çektiği acı ya da kederindendir; ya da hastanın hezeyanından
kaynaklanmaktadır.”
Diğer taraftan, MÖ 8. yüzyılda Antik Yunanistan’da yaşadığı tahmin edilen İyonyalı ozan Homeros,
uyku tanrısı Hypnos ve ölüm tanrısı Thanatos’un kardeş olduklarını yazmıştır. Homeros’un belirttiği
bu bağ, antik Yunan anlayışında, her ikisi de bir dinlenme olarak tabir edilebilecek uyku ve ölümün
birbiriyle ilgili olduğunu gözler önüne serer. Bu anlayışa göre birbirinden farkı olmayan uyku ve
ölümün tek ayırıcı özellikleri; birinin geçici, birinin ise kalıcı oluşudur.3
Eski Çin’de Uyku Algısı
Çin tıbbının, Yunan ve Roma tıbbının geçirdiği zamana nazaran, çok daha eski ve uzun bir gelişim
süreci vardır. Huangdi Neijing, ya da diğer ismiyle Sarı İmparator’un (Huangdi) Gizli Kitabı, 2000 yıldan
daha uzun bir süre Çin tıbbının ana kaynağı olmuş bir eserdir.5
MÖ 2900 yıllarında yazıldığı tahmin
edilse de, bugün günümüze ulaşan en eski yazmaları MÖ 3. yüzyıla aittir. Huangdi Neijing, karşıt
kutupları ve bu kutupların birbiriyle olabilecek her türlü ilişkisini ortaya koyan yin-yang teorisinden
de bahsetmektedir. Bu teoriye göre her şey iki kutupludur ve birbirine karşıttır. Ayrıca, kutuplar çok
az da olsa muhakkak karşıtını kendi içinde barındırmaktadır. Öte yandan, zıt iki kutup, var olabilmek
için birbirine bağlıdır ve bu zıt kutuplar birbirlerine dönüşebilme kapasitesini taşırlar. Dolayısıyla,
birbirinin zıttı olan ama var olabilmek için zıttına ihtiyacı olan, birbirini ardı sıra izleyen ve zaman
zaman zıddını da içinde barındırabilen uyku ve uyanıklık da ying yang teorisinde önemli bir yer tutar.
Geleneksel Çin tıbbına göre uyku, vücutta ying ve yang dengesini sağlayabilmek için önemlidir; bunun
için de vücudun dinlenerek kendini yenilemesini sağlar. Ying azaldığı ve yang çoğaldığı zaman insan
uyanıklık durumuna geçer. Ne zaman ki özellikle de geceleri ying çoğaldığı ve yang da azaldığında,
uyku safhası başlar.
Geleneksel Çin tıbbının başucu kitabı olan Huangdi Neijing’de akupunktur ve bitkisel tedavilerin,
uyku bozukluklarının çözümü için kullanıldığından da bahsedilmektedir. Uyku bozuklarını tedavi
etmenin diğer bir yolu efedra (Ephedra equisetina) isimli, eski Çin’de de MaHuang adı ile bilinen
bitkidir. Bugün ise efedra bitkisi, fenilmetilaminopropanol olarak bilinmektedir. Ayrıca geleneksel
Çin tıbbında ginseng de, vücudu gevşetme ya da zindelik kazandırma amacıyla kullanılarak, uyku
bozukluklarının tedavisinde uygulanmıştır.
Dini İnançlar Etkisindeki Uyku Algısı
Hz. Süleyman tarafından yazıldığı söylenen, Tevrat’ın (Eski Ahit) bir kitabı olan Vaiz/Zebur’un
(Ecclesiastes) 5 ile 12. bölümleri arasında “tatlı, işçinin uykusudur (sweet is the sleep of laborer)”
ifadesi yer almakta, Ayrıca rüyaların kehanetlerde bulunabilmek için de sık sık başvurulan bir kaynak
olduğundan söz edilmektedir. Örneğin, Tevrat’ın ilk kitabı olan Yaratılış Kitabı’ında (The Book of
Genesis) Yusuf’un rüyasının, geleceğe dair kehanetde bulunmak için kullanıldığı anlatılmaktadır. Yine
Yahudiler’in kutsal kitaplarından biri olan Talmud’da “uyku, ölümün 60’da 1’idir” ifadesi geçer. Bu
ifade de, Yunan filozofların uyku hakkındaki düşüncelerindeki uykunun, bilincin geçici bir süre kaybı
olan, ölüme yakın bir bilinçsizlik safhası olduğu inancı ile paraleldir.
Hristiyanlar da Hz. İsa’nın “uyku, bir ölüm halidir.” dediğine inanırlar. Hıristiyanlıkta, ölümden sonra
bir diriliş inancı vardır. Öyleyse şöyle demek mümkündür: uyku bir ölüm hali olduğu gibi, ölüm de
aslında bir uyku halidir. Nasıl uyku geçici bir bilinçsizlik durumu ise, ölüm de yargı gününün beklendiği
geçici bir uyku durumudur.
Kuran-ı Kerim’de ise uyku kelimesi, tahmini olarak 8 ayette geçmektedir.6
Bunlardan Bakara
Sure’sinde “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hayydır), bütün varlığın idaresini
yürüten (kayyum)dir. O’nu ne gaflet basar, ne de uyku.” ifadesi, Furkan Sure’sinde “Sizin için geceyi
örtü, uykuyu istirahat kılan, gündüzü yayılıp çalışma (zamanı) yapan O’dur.” ve Nebe Sure’sinde de
“Uykunuzu bir dinlenme yaptık.” ifadeleri yer almaktadır. Öte yandan yine Bakara Sure’sinde geçen
73
Lokman Hekim Journal 2013;3(1):70-78 http://lokmanhekim.mersin.edu.tr
“Sığırın bir parçası ile o ölüye vurun, dedik. İşte Allah ölüleri böyle diriltir. Size belgelerini gösterir.
Belki aklınızı kullanırsınız.” ifadesindeki “… İşte Allah ölüleri böyle diriltir.” hükmü önemlidir çünkü
burada ölülerin diriltilmesi, uyuyan bir insanın uyandırılması ile bağdaştırılmaktadır. Kuran’daki
âyetlere göre de ölüm bir uyku, kabir uyuma yeri, öldükten sonra dirilme de uykudan kalkma gibidir.
Benzer şekilde En’am Suresi’ndeki “Geceleyin sizi öldüren ve gündüzün ne yaptığınızı bilen odur.
Sonra belirli süre doluncaya kadar gündüzün sizi kaldırır.” Sözleri ile uykunun bir tür ölüm olduğu, her
gece tamamlanıp sabah olduğunda geçici ölüm yaşayan yani uyuyan insanların uyanıp bilinçlerine
kavuştukları kastedilmektedir.
17. YÜZYILDAN 20. YÜZYILA UYKU ARAŞTIRMALARI
Uyku araştırmalarında önemli bir yer tutan nörofizyoloji alanının gelişmesi adına ilk temelleri atan
İngiliz doktor Thomas Willis 17. yüzyılda önemli bir isimdir. 1664 yılında özenle yazılmış bir tutanak
niteliği taşıyan Cerebri anatome adlı eserinde beyin ve sinirlerin anatomisinden bahsetmiştir. Willis bu
eserinde huzursuz bacak sendromunu ilk defa tanımlayan kişidir.7
Eserde, huzursuz bacak sendromu
ile ilgili aşağıdaki alıntı verilebilir:
“Bazı kişilerde yatakta uyumaya çalışırken, özellikle bacak ve kollarda sıçramalara ve tendonlarda
çekilmelere neden olan, uyumayı engelleyen büyük bir rahatsızlık hissi oluşur. Bu durumda kişi kendini
müthiş bir eziyetin içinde bulur.”
Bu bulgular üzerine araştırma yapan Willis, söz konusu rahatsızlığın omurilik irritasyonunun bir
sonucu olarak ortaya çıktığını düşünmüş, tedavisi için de afyonlu maddeler kullanmıştır.
18. yüzyılda biyolojik ritimlerin incelenmesi anlamına gelen kronobiyoloji alanının doğuşuna
şahit oluruz. Zaman süreci içinde yaşamsal fenomenlerin değişimini (ritmik osilasyonlar/sirkadien
ritim) inceleyen biyoloji dalı olan kronobiyoloji, uyku araştırmaları ve uyku tıbbının vazgeçilmez
alanlarındandır.8
Bitki ve hayvanlarda var olduğu bilinen 24 saatlik biyolojik ritim döngülerinin, 24
saatlik ışık ve karanlık döngüsünün doğrudan bir sonucu olduğu düşünülmüştür. Ancak 1729’da,
Jean Jacques d’Ortous de Mairan, yumuşak tüylü beyaz ya da sarımtrak çiçekli çok yıllık otsu bir
bitki olan helyotrop bitkisinin yapraklarını gün içinde açtığını görüp, onu gün ışığı alamayacağı
bir yere konumlandırır.9
Her ne kadar helyotrop bitkisi gün ışığı almayan, tamamen karanlık bir
bölgede olsa da, De Mairan, bu bitkinin yine dışarıda gün ışığı varken yapraklarını açmış ve dışarıda
karanlık çöktüğünde yapraklarını kapamış olduğunu gözlemlemiştir. Çevresel kronobiyoloji ile uyku
araştırmalarının ayrı ve birbiriyle ilgili alanlar olarak ortaya çıkmasındaki etkenlerden en önemlisi,
belirli beyin dalgalarının, belirli biyolojik ritimlere ait olmasıdır. Bu ait olma durumu, ancak 20. yüzyıla
gelindiğinde Hans Berger tarafından aydınlatılabilecektir.
19. yüzyıl, uyku araştırmalarının rönesansıdır ve gözlemlere dayanan bilgilerin bilimsel olarak
değerlendirilmeye başlandığı bir dönemdir. Bu dönemde, uyku bozukluklarındaki değişikliklerin
kayıtları merak edilmeye başlanmıştır. Dolayısıyla, araştırmacıların özellikle beyin fonksiyonlarına
büyük ilgi duymaya başlamaları şaşırtıcı değildir.10 Örneğin 1809 yılında, Luigi Rolanda isimli
araştırmacı kuşların beyin yarımküresini çıkararak, “uyku benzeri dönemi” tetiklemiştir. Bu deney,
1822 yılında penguenlerde Marie Jean Pierre Flourens tarafından da tekrarlanmıştır. Öte yandan,
zaman dilimleri ve çevresel faktörlerin biyolojik süreçler üzerindeki etkisini inceleyen kronobiyoloji
de 19. yüzyılda insanlar üzerinde incelenmeye başlamıştır.9
19. yüzyılda uyku araştırmalarındaki
bir diğer önemli başarı da 1875 yılında İskoç fizyolog Richard Caton’un hayvanların beynindeki
elektriksel ritimleri göstermeyi başarmasıdır. Ancak, uyku ve uyanıklık durumları arasında beynin
farklı elektriksel aktivite gösterdiği gerçeği, 1928 yılında Hans Berger tarafından gösterilecektir.
Öte yandan, 19. yüzyılda, 4 temel uyku teorisinin benimsendiği bilinmektedir (vasküler (damarsal),
kimyasal, nöral (sinirsel) ve davranışsal uyku teorileri).11 Vasküler uyku teorisinin kökenleri, antik
Yunanlı filozof Alkmaiōn’un, uykunun nedeninin beynin kan ile dolması fikrine kadar dayanır. 18.
yüzyılda Albrecht von Haller bu fikri bir adım daha öteye götürür ve kan akışının beynin şişmesine
sebep olduğunu ve canlılığı kestiğini savunmuştur. 1834 yılında Robert McNish tarafından yayınlanan
“The Philosophy of Sleep” ismi kitapta da uyku ve kan akışı arasındaki ilgiyi savunmuş ve beynin
uyanıkken aktif bir durumda olduğunu, uykuda ise pasif bir durumda olduğunu anlatmıştır. Beynin
uykudayken pasif bir durumda olduğu inancı ise, 20. yüzyılda REM (Rapid Eye Movement) bulunana
kadar inandırıcılığını korumuştur. Daha sonra, artmış kan akışının uykunun başlama nedeni olduğu
74
Sleep and Sleep Medicine – Gökçay et al.
inancı, Johann Friedrich Blumenbach’ın fikirleri ile çelişkiye düşmeye başlamıştır. Şöyle ki, Blumenbach,
donmuş bir beyin yüzeyinde, kafatasında açılmış bir delikten uyku ve uyanıklık durumlarını
gözlemleyip, uykunun nedeninin aslında yavaşlamış kan akışı olabileceğini öne sürmüştür.12 Bunu
izleyerek Camillo Golgi, 1873 yılında yaptığı deneyler ile ilk kez bir sinir hücresini göstermeyi
başarmış ve bunun sonucu olarak da onun bu nörohistoloji çalışmalarını temel alan nöral uyku teorisi
doğmuştur. 1890 yılında Hermann Rabl-Ruckhard nörosponjiyum (nöronun nörofibrillerinin tümü)
teorisi ile nöronlar arası bilgi transferini bloke ederek de (nöronların uykuda etkisiz hale geçtiği
düşünülüyordu) uykunun tetiklenebileceğini öne sürmüştür. Kimyasal uyku teorisinin kökenleri ise
Aristotales’e kadar gitmektedir. Vücutta oksijen miktarının azalması ve laktik asidin artması uykuyu
tetiklemektedir. Leo Errera of Brussels, uyanıklık durumunda leucomain isimli maddelerin biriktiğini
ve uyku sırasında ise parçalandıklarını öne sürmüştür.12 Uykunun tetiklenmesinden sorumlu olduğu
ileri sürülen diğer kimyasal maddeler ise karbondioksit ve ürotoksinler olmuştur. Davranışsal uyku
teorisi ise 1800’lü yılların sonuna doğru etkinlik kazanan ve uykunun nedenini açıklamayı değil de,
uykunun nasıl bir aktivite olduğunu göstermeye çalışan bu teori olmuştur. 1889 yılında, bir nörolog
olan Charles-Édouard Brown-Séquard uykunun inhibitör bir refleks olduğunu belirtmiştir. Bir başka
deyişle uyku, “birşey”in kapanıp etkisiz hale geçmesi ya da çıkarılması sonucunda oluşmaktadır.
1897 yılında ise Marie de Manaceine uykuyu, bilinçsizlik durumunun bir dinlenme safhası olduğunu
yazmıştır. Ancak, aynı yüzyılın sonuna gelindiğinde uyku ve uyanıklık durumlarında beyin sapının rol
oynadığının keşfedilmesi ile bu teori terk edilmiştir.
Tüm bunlara ek olarak, 19. yüzyıl, uyku patalojisine ilişkin gözlemler açısından da önemlidir.11
Birincisi, 1880 yılında Jean Baptiste Edouard Ge´lineau tarafından narkolepsi teriminin tanımlanmış
olmasıdır. Ge´lineau, narkolepsi kelimesini Yunanca kelimeler olan narkosis (uyuşturucu) ve lepsis
(bastırmak) kelimelerinin birleşiminden türetmiştir. İkincisi ise, uyku apne sendromunun ilk kez
bir roman yazarı olan Charles Dickens tarafından tanımlanmış olmasıdır. Dickens, ‘‘Bay Pikvik’in
Serüvenleri (Posthumous Papers of the Pickwick Club)’’ adlı ilk eserinde uyku apnesi ya da obesite
hipoventilasyonu olan, şişman, Joe isimli bir karakteri tasvir etmiştir.12 Joe, oturduğu yerde uyuklayan,
horlayan, uykudan zor uyandırılan bir çocuk olarak anlatılmıştır.
19. yüzyılda uyku ile ilgili bahsedilebilecek önemli olan başka bir teori de 1856 doğumlu Sigmund
Freud’a aittir. Freud’un asıl ilgisi rüyalar üzerineydi, uyku konusu da bu ilgide önemli bir bileşen
olarak eşlik ediyordu. Freud psikoanalizi geliştirerek, rüya yorumlamanın duygusal ya da ruhsal
problemlerin çözümünde kullanılabileceğini savunmuştur.13 O’na göre, rüyalar uykunun bekçisidir
ve uyku ancak çalar saat rüyasında olduğu gibi, uyanmayı önlemek için dışarıdan gelen rahatsız edici
etmenlere karşı cevaben oluşur. 1952 yılında uykunun REM evresi keşfedildiğinde de, akademik
psikiyatri çevresinin neredeyse tamamı psiko-analistlerden oluşmaya başlamış ve Amerika’daki tıp
öğrencilerinin tamamına yakını birbirlerinin rüyalarını yorumlama işine merak salmışlardır.
20. YÜZYILDA UYKU ARAŞTIRMALARI
Yeni tanı cihazları, yeni cerrahi teknikler ve yeni klinik prosedürler 1900’lü yılların başında uyku
araştırmalarının gelişmesine katkıda bulunmuştur. 1849-1926 yılları arasında yaşamış olan fizyolog
Ivan Pavlov’un köpeklerle yaptığı deneyler, monoton bir hal almış bir uyaranın, bir rehavet çökmesi ya
da uyku tarafından izleneceğini göstermiştir. Bu sayede, uykuya neden olan ve onu başlatan sürecin
fizyolojisinin aslında o zamana kadar yeterli düzeyde açıklanamadığının altını da çizmiştir. 1913
yılında, Fransız bilim adamı Henri Pieron tarafından yazılan “Le Probleme Physiologique Du Sommeil”
isimli kitap, uykuyu fizyolojik açıdan ele alarak inceleyen ilk kitaptır. 1920 yılında ise “Amerikan
uyku araştırmalarının babası” olarak adlandırılan Nathaniel Kleitman insanlarda uyku yoksunluğu
ile ilgili gerçekleştirdiği deneyler göze çarpmaktadır.12 Kleitman, tüm gece boyunca uykusuz kalmış
bireylerin sabahları, uykusuz geçen gecenin herhangi bir anındakinden daha az bitkin ve daha az
uykulu olduğunu görmüş ve bu gözlem sonucunun, uyku yapıcı toksinlerin beyin ya da kandaki
oranının artması fikri ile hiç de uyuşmadığını fark etmiştir. Ayrıca, 60 saat uykusuz kalan bireylerin,
olabilecekleri en fazla bitkinlik halinde olduklarını ve bu sürenin üstünde devam eden uykusuzluklarda
bitkinlik durumunda çok az değişimler olduğunu gözlemlemiştir. 1929 yılına gelindiğinde, Alman
bir psikiyatrist olan Hans Berger, kafatası derisinin üstüne yerleştirdiği elektrotlarla, insan beyninin
elektriksel aktivitesini kaydetmiş ve bu sayede, uyku ve uyanıklık durumlarındaki beyin dalgaları
birbirinden farklı olduğu keşfedilmiştir.14 Berger bu kaydettiği verilere elektroansefalogram
75
Lokman Hekim Journal 2013;3(1):70-78 http://lokmanhekim.mersin.edu.tr
(EEG) ismini verdi. 1935 yılına gelindiğinde, Harvard Üniversitesi’ndeki bir grup araştırmacı, uyku
esnasında da beyin etkinliğinin değiştiğini gösterdiler. Artık, uyku sırasında değişiklik gösteren beyin
aktivitesine göre, uykunun farklı devreleri olduğu fikri de benimsenmiş oldu.12,15 1937 yılında Chicago
Üniversitesi’ndeki araştırmacılar da insan EEG’si üzerine yaptıkları incelemelerde uyku ve uyanıklık
durumlarındaki farklı beyin dalgalarını tanımlamışlardır. Buna göre, uyku esnasında yüksek genliğe
sahip kısa dalga boyları, uyanıklık esnasında ise düşük genliğe sahip alfa ritimleri oluşmaktaydı.12
Bu gözlem ile uyku sırasında insan beyninin yavaş ve senkronize bir nöronal aktivite gösterdiği
ortaya çıkmış oldu. 1892-1982 yılları arasında yaşamış nörofizyolojist Ferederic Bremer, uykuuyanıklık
regülasyonunu kontrol eden nöronal mekanizmaları çözmek için kediler üzerinde önemli
deneyler gerçekleştirmiştir.16 Bremer, “hayvanlardaki uyku durumu, beyin korteksinde gözlemlenen
kısa Bremer, uyku sırasında beyinde aktive olan bölgelere ve nöronal mekanizmalara yönelik doğru
tespitler yapmış olsa da, uyku döneminde beynin pasif bir durumda olduğunu, yani nöronal aktivite
göstermediğini düşünmüştür. Bu düşünce, daha önce de değinildiği gibi, REM uykusunun keşfine
kadar kabul edilmiştir. Dolayısıyla, 1930’lu yıllar uyku araştırmaları açısından değerlendirilirse, elde
edilen bulgular uykunun, beyin aktivitesi olduğu zaman gerçekleştiğini gösterse de, uyku sırasında
beynin pasif bir durumda olduğu düşünülmüş ve beynin uyku durumundan uyanıklık durumuna
geçmesi için duyusal bir bombardımana tutulması gerektiği inancı sabit kalmıştır.15 1937 yılında,
Alfred Lee Loomis isimli araştırmacı, EEG‘de uykunun 5 farklı aşaması olduğunu görüp bunları
“A-B-C-D-E” harfleriyle tanımlamıştır.17 O yılda Loomis tarafından kaydedilen EEG dökümü, bugün
bizim NREM (non-rapid eye movement) uyku olarak tanımladığımız uykuydu.18 1953 yılında
ise Nathaniel Kleitman ve öğrencisi Eugene Aserinsky, Chicago Üniversitesi’nde REM uykusunu
tanımlamışlar ve REM uykusunun, uykunun farklı bir evresi olduğu ve rüya görme olgusu ile ilgisi
olduğunu keşfetmişlerdir.18 1957 yılına gelindiğinde, Kleitman ve Dement, insan uyku döngüsünün
tekrarlayan evrelerden oluştuğunu gösterebildiler.18 REM uykusunun keşfi, uykunun o zamana kadar
düşünüldüğünün aksine, beynin aktif bir konumda olduğunun göstergesi olmuştur. Daha sonra, 5
evreden oluşan uyku sürecinin ortalama 90 dakika sürdüğü, dolayısıyla 8 saatlik bir gece uykusunda
bu sürecin birbirini izleyerek yaklaşık 5 kez tekrarlandığı ortaya çıkmıştır. 1957 yılındaki bu önemli
keşiflerden sonra, sağlıklı uykunun nasıl olması ve uyku rahatsızlıklarının tedavilerinin neler olabileceği
üzerinde detaylı araştırmalar yapılmaya başlanmış, bu alanda hızlı ilerlemeler kaydedilmiştir. 1960
yılında Gerald Vogel, gündüz aşırı uyku eğilimi olan narkoleptik kişilerde REM uykusunun normalde
olması gerektiği gibi uykunun başlamasından yaklaşık 2 saat sonra değil de, uykunun başlamasından
hemen sonra gerçekleştiğini tespit etmiştir. 1963 yılında Richard Wurtman ve ekibi, sirkadiyen ritmi
belirleyen ve normal bir insanda yaklaşık olarak saat 23:00 ile 05:00 arası salgılanan bir hormon
olan melatoninin epifiz bezinde ışığa duyarlı bir şekilde sentezlendiğini göstermiştir. Wurtman’ın
elde ettiği bu sonuç, uyku döngüsü için önemli olan sirkadiyen ritm ile gün ışığı arasındaki ilişkiyi
de kanıtlamış olmuştur.18 1966 yılına gelindiğinde, daha önce 1836’da Charles Dickens tarafından
tanımlanan uyku apne sendromunu (Pickwick sendromu), birbirinden habersiz olarak Fransa’da
Gastaut, Tassinari ve Duran, Almanya’da ise Jung ve Kuhlo keşfederek tanımlamışlardır.19 1973 yılında
narkoleptik bir köpeğin kaydı ilk kez yapılmış, 1974 yılında da Jerome Holland tarafından ilk kez tüm bir
gece süren uyku çalışmalarını “polysomnografi” olarak isimlendirilmiştir.19 1986 yılına gelindiğinde, Mark
Mahowald ve Carlos Schenck, REM uyku durumu bozukluğu olan RBD (REM sleep behavior disorder)
rahatsızlığını tanımlamışlardır.18 Ayrıca, 1980li yıllar, uyku araştırmaları alanında ilk ders kitabı olan
“Principles and Practice of Sleep Medicine” adlı kitabın basıldığı dönemdir.12 1989 yılında Rechtschaffen
ve ekibi farelerde yaptıkları deneylerde, toplam uyku noksanlığının (yeterli uyku uyuyamama), iki ya da üç
hafta içinde ölümle sonuçlanacağını tespit etmişlerdir. 1999 yılında ise farelerde ve köpeklerde eş zamanlı
olarak yapılan deneylerde, stimülatör etki gösteren nöropeptid hormonları olan oreksinlerin yapısında
gerçekleşen mutasyonların, narkolepsiye neden olduğu tespit edilmiştir. Hemen 1 yıl sonra, 2000 yılında
da Stanford Üniversitesi’nde Mignot ve ekibi, insanlarda da narkolepsi oluşumunun oreksin mutasyonuyla
ilgili olduğunu göstermiştir. 2001 yılında ise yine önemli bir keşif, sirkadiyen ritimlerden sorumlu ilk gen
Ptacek ve ekibi tarafından gerçekleştirilmiştir. 2003 yılında Stickgold ve öğrencileri yaptıkları bir yayında
hafıza ve öğrenme üzerinde uykunun etkisini inceleyen araştırmalarının sonuçlarını yayınlamıştır. 2008
yılında, Young ve ekibi tedavi edilmeyen uyku solunum rahatsızlıklarının yüksek ölüm riskini doğurduğunu
bildirmişler ve 2010 yılında da Redline ve ekibi de uyku apne sendromunun erkeklerde kalp krizi riskini
arttırdığını saptamışlardır.18 Aşağıda, eski uygarlıklardan günümüze kadar uykunun algılanışı ve uyku
araştırmalarının gelişimini özetleyen tablo, kronolojik sırayı takip açısından faydalı olabilecektir (Tablo 1).
Sleep and Sleep Medicine – Gökçay et al.
76
Tablo 1. Uyku Araştırmalarının Gelişiminin Kronolojik Gösterimi
TARİH İÇERİK
MÖ 16. yy Eski Mısır’da Edwin-Smith ve Ebers papirüsleri; insomnia için tedavi yöntemlerinden bahseder
MÖ 13. yy Eski Mısır’da Chester Beatty papirüsü, özellikle rüya yorumlarına odaklanır
MÖ 8. yy Homeros, uyku tanrısı Hypnos ve ölüm tanrısı Thanatos’un kardeş olduklarını yazar
MÖ 6. yy Yunanlı hekim Alcmeon uykunun damarlardaki kanın geri toplanması sonucu oluştuğuna inanır
MÖ 4. yy Aristo uykunun, beslenmenin bir sonucu olarak ortaya çıktığını inanır
MÖ 3. yy Hipokrat, uyku ve sağlıklı olma durumu arasındaki bağı belirtir
MÖ 3. yy Eski Çin’de Huangdi Neijing kitabı, yin-yang teorisi ile uyku ve uyanıklık durumları arasındaki
ilgiden bahsedilir
1664 Thomas Willis tarafından, beyin ve sinirlerin anatomisinden bahseden ve nöroloji teriminin de
ilk defa kullanıldığı Cerebri anatome adlı kitap yazılır
1667
Thomas Willis tarafından, epilepsi ve diğer konvülsif hastalıkların nedenini sorgulayan ve beyin
patolojisi ve nörofizyolojisi açısından önemli bir kaynak olan Pathologicae cerebri, et nervosi
generis specimen adlı kitap yayınlanır
1672
Thomas Willis tarafından, İngilizce dilinde yazılmış ilk tıbbi psikoloji eseri olan “Two Discourses
concerning The Soul of Brutes, Which is that of the Vital and Sensitive of Man” adlı kitabı
yayınlanır
1729
Jean Jacques d’Ortous de Mairan, gün ışığı alamayacağı bir yere konumlandırdığı helyotrop
bitkisinin, dışarıda gün ışığı varken yapraklarını açmış ve dışarıda karanlık çöktüğünde
yapraklarını kapamış olduğunu gözlemler
1809 Luigi Rolanda kuşların beyin yarımküresini çıkararak, “uyku benzeri dönemi” tetikler
1822 Marie Jean Pierre Flourens, Rolanda’nın deneyinin aynısını penguenler üzerinde tekrarlar
1834 Robert McNish tarafından, sadece uyku ve uyku bozuklukları ile ilgili ilk kitap olan “The
Philosophy of Sleep” yayınlanır
1836 Yazar Charles Dickens, ‘‘Bay Pikvik’in Serüvenleri (Posthumous Papers of the Pickwick Club)’’
adlı eserinde farkında olmadan ilk defa uyku apne sendromunu tanımlar
1873 Camillo Golgi, yaptığı deneyler ile ilk defa bir sinir hücresini göstermeyi başarır
1875 Richard Caton, hayvanların beynindeki elektriksel ritimleri göstermeyi başarır
1880 Jean Baptiste Edouard Ge´lineau tarafından narkolepsi terimi tanımlanır
1890 Hermann Rabl-Ruckhard nörosponjiyum (nöronun nörofibrillerinin tümü) teorisi ile nöronlar
arası bilgi transferini bloke ederek de uykunun tetiklenebileceğini öne sürer
1913 Henri Pieron tarafından, uykuyu fizyolojik açıdan ele alarak inceleyen ilk kitap olan «Le
Probleme Physiologique Du Sommeil» yayınlanır
1916 Richard Henneberg, duygusal değişimler sonucu kas tonüsünde oluşan kaybolma anlamına
gelen katapleksi terimi tanımlanır
1920 Nathaniel Kleitman, insanlarda uyku yoksunluğu ile ilgili önemli deneyler gerçekleştirir
1929 Hans Berger, kafatası derisinin üstüne yerleştirdiği elektrotlarla ilk defa bir insanın uykusu
bölmeden beynin elektriksel aktivitesini kaydeder
1935 Harvard Üniversitesi’ndeki bir grup araştırmacı, uyku esnasında da beyin aktivitesinin değiştiğini
gösterir
1937 Chicago Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, insan EEG’si üzerine yaptıkları incelemelerde uyku ve
uyanıklık durumlarındaki farklı beyin dalgalarını tanımlarlar
1937 Alfred Lee Loomis, EEG‘de uykunun 5 farklı safhası olduğunu görüp bunları “A-B-C-D-E”
harfleriyle tanımlar (sadece nonREM uyku olduğu sanılıyor)
1940 Walter Hess, hayvanlarda talamusun elektriksel olarak indüklemesi ile uyku durumunun
tetiklendiğini ve uyku ile talamus arasındaki ilişkiyi gösterir
1940 Robert Moore, uyku-uyanıklık döngüsünün kontrol merkezin hipotalamustaki suprakiyazmatik
çekirdeğin sorumlu olduğunu gösterir
1953 Nathaniel Kleitman ve öğrencisi Eugene Aserinsky, REM uykusunu tanımlarlar ve REM
uykusunun, uykunun farklı bir evresi olduğu ve rüya görme olgusu ile ilgisi olduğunu keşfederler
1957 Kleitman ve Dement, nonREM uykusu (evre-1, evre-2, evre-3, evre-4) ve REM uykusu (evre-5)
olarak 5 evreden oluşan ve yaklaşık 90 dakika süren, uykunu siklik döngüsünü keşfederler
1960
Gerald Vogel, narkoleptik kişilerde REM uykusunun normalde olması gerektiği gibi uykunun
başlamasından yaklaşık 2 saat sonra değil de, uykunun başlamasından hemen sonra
gerçekleştiğini tespit eder
1963 Richard Wurtman ve ekibi, melatoninin epifiz bezinde ışığa duyarlı bir şekilde sentezlendiğini
gösterirler
Lokman Hekim Journal 2013;3(1):70-78 http://lokmanhekim.mersin.edu.tr
77
1966 Birbirinden habersiz olarak Fransa’da Gastaut, Tassinari ve Duran, Almanya’da ise Jung ve Kuhlo
uyku apne sendromunu klinik olarak keşfederek tanımlarlar
1973 İlk kez narkoleptik bir köpeğin kaydı yapılır.
1974 Jerome Holland tarafından ilk defa tüm bir gece süren uyku çalışmalarını “polysomnografi”
olarak isimlendirilir
1980’ler Uyku araştırmaları alanında ilk ders kitabı olan “Principles and Practice of Sleep Medicine”
basılır
1986 Mark Mahowald ve Carlos Schenck, REM uyku durumu bozukluğu olan RBD (REM sleep
behavior disorder) rahatsızlığını tanımlarlar
1989 Rechtschaffen ve ekibi farelerde yaptıkları deneylerde, toplam uyku noksanlığının (yeterli uyku
uyuyamama), 2 ya da 3 hafta içinde ölümle sonuçlanacağını tespit ederler
1999
Farelerde ve köpeklerde eş zamanlı olarak yapılan deneylerde, stimülatör etki gösteren
nöropeptid hormonları olan oreksinlerin yapısında gerçekleşen mutasyonların, narkolepsiye
neden olduğu tespit edilir
2000 Mignot ve ekibi, insanlarda da narkolepsi oluşumunun oreksin mutasyonuyla ilgili olduğunu
gösterir
2001 Ptacek ve ekibi tarafından sirkadyen ritimlerden sorumlu ilk gen keşfedilir
2003 Stickgold ve öğrencileri yaptıkları bir yayında hafıza ve öğrenme üzerinde uykunun etkisini
inceleyen araştırmalarının sonuçlarını yayınlarlar
2008 Young ve ekibi, tedavi edilmeyen uyku solunum rahatsızlıklarının yüksek ölüm riskini
doğurduğunu tespit ederler
2010 Redline ve ekibi, uyku apne sendromunun erkeklerde kalp krizi riskini arttırdığını tespit ederler
Bugün, dünyada ve Türkiye’de, uyku bozukluklarının tespiti ve tedavisi için modern uyku laboratuvarları
kullanılmaktadır. Örneğin, uyku apne sendromunun saptanması için uyku laboratuarlarında
polisomnografi yapılması yeterli ve gereklidir. Uyku laboratuarlarının standardizasyonu için Avrupa
Uyku Araştırmaları Derneği’nin standartları kullanılmaktadır.19 Öte yandan Türkiye’deki uyku
araştırmalarına bakarsak, Nöroloji ve Psikiyatri alanlarının öncülük ettikleri görülmektedir. Şu an
Amerika’da yaşayan Prof. Dr. İsmet Karacan’ın yanında eğitim görmüş kişiler olan, İstanbul Üniversitesi
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroloji AD’den Prof. Dr. Erbil Gözükırmızı ve Ankara GATA Nöroloji AD’den
Prof. Dr. Hamdullah Aydın, Türkiye’deki uyku araştırmalarını başlatan kişilerdir. Türkiye’deki ilk uyku
laboratuarı Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları AD’den Prof. Dr. Oğuz Köktürk ve SSK
Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları Kliniği’nden Doç. Dr. Sadık Ardıç tarafından
kurulmuştur. Bu girişimleri daha sonra İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları
ve Tüberküloz AD’den ve diğer yerlerden girişimler izlemiştir.19
SONUÇ
Uyku, ulaşılabilen en eski yazılı kaynaklar da dâhil olmak üzere günümüze gelebilen tüm bilgilerden
anlaşıldığı üzere, çok uzun süreler sadece ne olduğu anlaşılmaya çalışılan bir süreç olarak kalmıştır.
Eski çağlardan beri, yakın bir zamana kadar uykunun ölümle özdeşleştirilmesi, bu nedenle de uyku
sırasında insan beyninin pasif bir evrede olduğunun düşünülmesi ve de uykuya olan ilginin sadece
rüya yorumları düzeyinde kalması; bilimsel yöntemler yerine kullanılan kurgusal yöntemlerin bir
sonucu olarak doğmuştur. Diğer bir deyişle, deneysel yöntemler kullanılmaya başlamadan önce
uykuya dair tek bilinebilen şey, uyku esnasında rüya görüldüğünün hatırlanması olduğundan; uyku
çok uzun zamanlar boyunca gizemli, insan algısının erişemeyeceği bir süreç olarak kabul görmüştür.
Aydınlanma ile birlikte insanın, doğaya ve kendine ilişkin keşfettiklerinin giderek artmaya başlaması;
insan algı sınırlarının dışında kaldığı kabul edilen uyku sürecinin de aslında öyle olmadığının keşfedilmesi
için insanlara cesaret vermiştir. 17. yüzyılda insan anatomisi ve özellikle de beyin ve sinir anatomisi
üzerine edinilen bulgular, uyku hakkındaki kabullerin sorgulanmasının önünü açmıştır. Dolayısıyla,
uyku araştırmaları ile ilgili tarihsel süreç, MÖ. 3. yüzyıldan MS. 17. yüzyıla gelene kadar hemen hiçbir
anlayış farkının olmadığını ve uyku araştırması adına yeni bir girişimde bulunulmadığını gözler önüne
serer. Anlayış farkının oluşabilmesi, antikite tıbbına ait bilgilerin gözlemler ile değerlendirmeye tabi
tutulması ve sonucunda da doğrulanabilir anatomi bilgilerine ulaşılması sayesinde olmuştur.
Deney ve gözlemlerle doğrulanabilir anatomi bilgisi ve aynı zamanda gelişmekte olan pozitif
bilimlerin sunduğu bilgiler ışığında, çevresel etkenlerin insan bedeni; özellikle de insan beyni
Sleep and Sleep Medicine – Gökçay et al.
78
üzerindeki etkileri kronobiyolojinin doğuşunu tetiklemiştir. İnsanın her 24 saatte bir ortalama 8 saat
uyuduğu düşünüldüğünde; kronobiyoloji çalışmalarının, yani biyolojik ritmlerin incelenmesinin uyku
sürecinin başlaması ve sonlanması açısından önemli olduğu bu şekilde keşfedilmiştir. Bu nedenle
18. yüzyıl çevresel faktörlerin etkisi ile oluşan biyolojik ritmlerin uyku sürecinin yönetimindeki
rolünün keşfi nedeniyle önemlidir. İlerleyen zamanla birlikte, 19. yüzyılın ikinci yarısında hayvanların
beynindeki elektriksel ritimlerin gözlemlenmesi, 20. yüzyılın ilk yarısında da insan kafatası derisinin
üstüne yerleştirilen elektrotlarla insan uykusunun bölünmeden beyin elektriksel aktivitesinin
ilk kez kaydedilmesi, ölüm olgusunun tamamen uyku olgusundan farklı düşünülmesi gerektiğini
kanıtlamıştır. Artık, biyolojik yaşam döngüsünün uyku sırasında duraklamadan devam ettiği bilgisi,
insan beyin ve vücudunun uyku sırasında da aktif olduğunun kabul edilmesi anlamına gelmiştir. 20
yüzyılın ikinci yarısının, uyku ve uyanıklık durumlarında farklı beyin dalgalarını tanımlanması, bu farklı
beyin dalgalarını nelerin tetiklediğinin keşfedilmesi, uyku sırasındaki pasif beyin fonksiyonunun kendi
içinde evrelere ayrılması ve de bu evrelerden ancak birinde (REM) uykunun görülüyor olması, uyku
süreci üzerine geçmişten gelen o büyük soruların yanıtlanmasını sağlamıştır.
Ayrıca son on yıl içinde yapılan moleküler çalışmaların yolu, uyku araştırmaları ile kesişmeye
başlamıştır. Moleküler düzenekler ve moleküler sinyal yolaklarının aydınlatılması ile sirkadiyen
ritimden sorumlu genin keşfedilmesi; ayrıca, uyku rahatsızlıklarının başka ne gibi rahatsızlıklarla ilgili
ya da onları tetikleyici olabileceği keşfedilmiştir. Makro düzeylerden başlayan anatomi keşiflerinin,
mikro ve moleküler düzeylere kadar inebilmesi, uykunun ne kadar çok bileşenli karmaşık bir süreç
olduğunu göstermiştir. Dolayısıyla; insan sağlığının sürekliliğinin sağlanması adına da son derece
önemli olan bu keşifler, artık uykunun gizemli tarafı üzerine çeşitli mitler üretmenin değil, uyku
fizyolojisinin aydınlatılmasının çok daha yararlı olacağını somut bir şekilde göstermiş bulunmaktadır.
BİLGİ: Bu çalışma daha önce 24.11.2011 tarihinde Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik
ABD.’da seminer olarak sunulmuştur.
KAYNAKLAR
1. Hobson A . Sleep . 3rd edition. New York, NY: Holt, Henry and Company; 1989.
2. On Sleep and Sleeplessness. [cited 2011 Nov 3]. Available from: http://classics.mit.edu/Aristotle/sleep.html
3. Barbera J. Sleep and Dreaming in Greek and Roman Philosophy. Sleep Medicine 2008; 9:906-910.
4. Alphorism. [cited 2011 Nov 3]. Available from: http://classics.mit.edu/Hippocrates/aphorisms.2.ii.html
5. Huangdi Neijing. [cited 2011 Nov 5]. Available from: http://en.wikipedia.org/wiki/Huangdi_Neijing
6. Kuranda uyku. [cited 2011 Nov 5]. Available from: http://meal.ihya.org/kurandan-ayetler/kuranda-gecen-uyku-ileilgili-ayetler.html
7. Introduction to RLS. [cited 2011 Nov 6]. Available from: http://www.medicine.ox.ac.uk/bandolier/booth/RLS/
RLSintro.html
8. Richter HG, et al. The Circadian Timing System: Making Sense of day/night gene expression. Biol Res 2004; 37:11-
28.
9. Monk TH, Welsh DK. The Role of Chronobiology on Sleep Disorders Medicine. Sleep Medicine 2003; 7:455-473.
10. Dement WC. A Personel History of Sleep Disorders Medicine. Journal of Clinical Neurophysiology 1990; 7:17-47.
11. Kirsh DB. There and Back Again: Current History of Sleep Medicine. CHEST 2011; 139: 939-946.
12. Dement WC. History of Sleep Medicine. Neurologic Clinics 2005; 23: 945-965.
13. Kötü Bir Rüya mı Yoksa Bir Kabus mu? Rüyalar ve Yaratıcılık, Uyku ve Rüyalar. [cited 2011 Oct 30]. Available from:
http://www.biltek.tubitak.gov.tr/gelisim/psikoloji/ruyalar.htm
14. Blake, H, Gerard RW. Brain Potentials During Sleep. Am J Physiol 1937; 119:692–703.
15. History of Sleep Research. [cited 2011 Oct 29]. Available from: http://psych.fullerton.edu/mwhite/473pdf/473%20
Hist%20Sleep%20Research.pdf
16. Kerkhofs M, Lavie P: Historical Note: Frédéric Bremer 1892–1982: A Pioneer In Sleep Research.Sleep Medicine
Reviews 2000; 4:505-514.
17. Uyku Fizyolojisi ve Hastalıkları. [cited 2011 Oct 29]. Available from: http://tr.scribd.com/doc/78335824/uykufizyolojisi-ve-hastal%C4%B1klar%C4%B1
18. Sleep Research Time Line. [cited 2011 Nov 9]. Available from: http://www.discoversleep.org/Timeline.aspx
19. Karadağ M, Ursavaş A. Dünyada ve Türkiye’de Uyku Çalışmaları. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Akciğer Arşivi
2007; 8:62-64.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.